17 Nisan 2013 Çarşamba

KENDİ KARANLIĞIMIZA DOĞRU



Bir ev önünde yahut yol kenarında sıralanmış sarısı da beyazı da güneşi gönderdikten sonra kudretleri ölçüsünde vaktin karanlığına inat ediyor. Sokak lambalarının teker teker ışıldadığını görüyor insanlar; vakit günün göç vakti, akşam oluyor.

İki yüksekçe apartmanın arasına sıkışabilmiş çocuk çığlıkları yok şimdi. Küçük aralıklara kaldı çocuk eğlenceleri. Bizzat aramıyorsa gözler görmenin imkanı yok top koşturmacasını, bilyeleri ve toza bulanmış küçük bedenleri. Sıkıştırılmış oyunlarını bıraktılar, her biri ayrı bir betonarmeye girip merdiven saymaya başladı bile.

Otomobil tamircileri, dolmuşlar, pazardaki satıcılar, kasabanın çoğu sakini akşam gitmeyi planladıkları yaşamlarına yol aldı. Belki asma kilidi taktıktan sonra birkaç adım öteye yahut uzun yollara. Biraz öteden geçen orta yaşlı bir adam gibi hepsi. Hızlı adımlar, aşağıya doğru bakan gözler ile günün muhasebesini yaparak uzaklaştılar.

Şimdi günün kargaşasını hayrete düşürecek bir sessizlik işitiliyor. Hatta uzaktan gelen suyun sesini, rüzgarın kısık sesli ıslıklarını ve diğer tekdüze sesleri de şimdi hasıl olan sessizlikten sayıyoruz. 

Tanıklık ettiğimiz ana benzer hayatlar yaşıyoruz. Doğuyor, ışıldıyor, ısıtıyor sonra kararıp uzaklaşıyor ve görünmeyecek kadar uzakta oluyoruz. Öncemizin karanlığında, sonramızın ışığında sonsuz bir sona doğru durmadan ilerliyoruz.


Ve şimdi kelimelerce dolu bir sayfa sonu karanlığına merhaba. Kendi karanlıklarına yürüyen insanların yalnız bıraktığı bir şehirde ve akşam vaktinde...

Asuf-u Şark-ı Şimalî

Fotoğraf: Oğuz YILDIZ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder