Bir coğrafya dersinde şaşılır ki; günün en soğuk vakitlerinin
güneşi kızıllığıyla uğurladıktan sonra değil, sabahları karşılarken
olduğuna.
Şaşılır ya pek de inanılmaz bazılarınca. Güneş görünmüyorsa
ufuklarda, üşünür yokluğuna. Anlatılmaya devam edilir gece de bu hissiyattadır
diye. Günün güneşsiz kısmına denk gelirmiş. Isıtılmış insanlar, telafi ve idare
ederler gecenin ilk bir kaç saatini. Fakat güneşe özlem sürer bundan sonraki
akrep yelkovan kovalamacasında. Gece kollarını bacaklarına sararken kendine
doğru çekiştirerek çenesini de karıştırır bu soğuk birleşime. Üşündükçe güneş
biraz daha yaklaşır, yaklaşır ve üşünür.
Ancak gece de hayal edebilmeli.
Hayal ki garip... Gece-gündüz geçişimine eşlik edilen, sağanak yağış beklenen
bir günde hava tahminlerine inat etmektir o. Siyah bulutların gökyüzünü
sarmalayışı, yüksek ihtimalli bir nemliliğin habercisi. Yağar belki de
yağdığından çok ıslatır ama bulutlar parçalanır. Bırakırlar birbirlerini. Güneş
bir görünür bir kaybolur parça parçaların arasında. Kurutur kendini her bir
nemli, gamlı zerre. Hangi aralıktakine hayal denilir peki? Her zaman
edilemeyenine; siyah bulutların sarmalayışlarındakine.
Gece üşür, gece
hayal edebilmeli ve edebilenlerin olmalı hem de hayal, yer yer değil zaman zaman
sağanak yağışa isyan ve itiraz içeren hava olayıdır bir
bakıma...
Asuf-u Şark-ı Şimalî
Yazmasam Deli Olacaktım... “Söz vermiştim kendi kendime: Yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak da bir hırstan başka ne idi? Burada namuslu insanlar arasında sakin ölümü bekleyecektim. Hırs, hiddet neme gerekti? Yapamadım. Koştum tütüncüye, kalem kağıt aldım. Oturdum. Adanın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkardım. Kalemi yonttum. Yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmasam deli olacaktım.” Sait Faik Abasıyanık
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder